Aranıyor...
Sonuç bulunamadı.
Akdeniz denince akla ilk gelen tatil merkezlerinden olan Antalya, yerli ve yabancı tüm tatilcilerin gözde mekânlarından biri. Cennet gibi bir yer, pırıl pırıl denizinde kulaç atıp o eşsiz kumsalında güneşlenebileceğiniz ya da dağların zirvesine tırmanabileceğiniz körfez sularından Akdeniz’i seyretmiş, sırtını Beydağlarına yaslayan tarihte sıkça adının geçtiği bir şehirdir Antalya.
Arap gezgin İbni Battuta Antalya’dan şöyle bahsetmiştir: “Kent halkı, ırk ve dinlerine göre ayrı ayrı mahallelere yerleşmişler. Hristiyan tüccarlar Mina adıyla anılan mahallede otururlar. Rumlar başka bir mahallede kendi başlarına otururlar. Onların bulundukları yer de bir surla çevrili. Yahudilerin de yine kendilerine ait, surla çevrili bir mahallesi vardır. Müslüman ahaliye gelince, bunlar asıl büyük şehirlerde yaşamaktadırlar. Burası bir Cuma mescidi ve medrese ile birçok hamamı, zengin ve tertipli büyük çarşıları ihtiva etmektedir. Şehrin çevresini, yukarıda kaydettiğimiz bütün mahalleleri de içine alan büyük bir sur kuşatır.” Bu pek tabii ki o devrin Antalya’sıdır. Şimdi Antalya, turizm ve kültürle birleşmiş, güneyin örnek illerindendir.
Antalya’da hem Osmanlı’nın hem de Roma’nın izlerine aynı mahallede rastlayabilirsiniz. Özellikle bu izleri daha sık görebileceğiniz bir yer olan Kaleiçi’ne, Antalya’nın doğduğu yer bile diyebiliriz. Evlerin avluları, mimarileri, sokaklarındaki insanlar bize beldenin kültürünü olduğu gibi yansıtır. Kaleiçi’nin dar sokakları limandan tepelerdeki surlara doğru uzar gider. Bu dar sokaklardaki eski evler ise size adeta eski Kaleiçi’ni, eski Antalya’yı anlatır. Bu eski Kaleiçi evleri genellikle taş ya da ahşaptan inşa edilmişlerdir. Hemen hemen tüm Kaleiçi evlerinin içerisinde bir bahçede bulunur. Eski cumbalı Kaleiçi evleri, sizi dar sokaklarda gezerken başka diyarlara götürecek. Size tavsiyemiz bu dar sokaklarda bol bol fotoğraf çekin.
Kaleiçi’nde hem gezi hem yemek hem de alışveriş için uygun çok sayıda yer ve mekân var. Kesik Minare ya da biraz dışında Kurşunlu ile Düden Şelalesi ve Karain Mağarası, Phaselis Antik Kenti, Aspendos Tiyatrosu, Perge, Antalya Müzesi, Saklıkent ve de Konyaaltı ile Lara Plajları, Beycik Dağı ve Köyü, Çıralı, Adrasan, Olimpos, Demre, Kaş, Kalkan, Patara yolunuzun düşmesi gereken yerler. Beldenin merkezindeki çarşıda alışveriş yapmalı, restoranlarda gün batımına karşı içkinizi yudumlarken lezzetli balıkların da tadına bakmalısınız.
Antalya Kaleiçi konaklama tesisleri ise birbirinden güzel Kaleiçi küçük ve butik otellerinden oluşuyor genellikle. Antalya Kaleiçi otelleri, genellikle Kaleiçi’nin dar sokaklarında konumlanmışlar. Mimarileri ve dekorasyonları ile sizi tarihin sayfalarında gezdirirken, günümüz modern imkânlarını da sunuyor Kaleiçi otelleri. Kimi Kaleiçi oteli ise eskiden kalma konakların restore edilerek hizmete açılması ile otele dönüştürülmüş. İç tarafında bahçesi olan, üst katında cumba denilen çıkmaları bulunan, ağaç ve taş süslemelerle estetik ve otantik bir havası olan Kaleiçi otelleri. Hemen hemen tüm Kaleiçi otellerinin kendilerine ait yüzme havuzları var. Dolayısıyla çocuklu aileler için de uygun bir tatil olanağı sunuyor Antalya Kaleiçi otelleri.
Antalya Kaleiçi otel fiyatları ise genellikle uygun. Belli dönemlerde ya da tesisin sunduğu hizmete ve kaliteye göre fiyat farklılıkları olsa da Antalya Kaleiçi otel fiyatları, misafirlerin bütçesi düşünülerek oluşturulmuş. Hemen her kesimden turistin bütçesine ve zevkine uygun bir Kaleiçi oteli mutlaka var. Sitemizi inceleyerek planladığınız Antalya Kaleiçi otelleri, Kaleiçi otel fiyatları, uygun fiyat seçenekleri ve rezervasyon olanakları ile ilgili bilgi alabilirsiniz.
Antalya’nın Tarihi
Antalya’nın tarihi taş devrine kadar dayanır. Bunun kanıtı Yağca Köyü civarında Karain Mağarası’nda bulunan Paleolitik Çağ buluntularıdır. Karataş Semahöyük kazılarında çok büyük miktarda Eski Tunç Çağı buluntuları çıkarılmıştır. Hititlerin çivi yazılı tabletlerinde geçen Ahiyava ya da Arzova ülkesinin Pamfilya (Antalya ) olabileceği tarihçiler arasında ileri sürülüyor. Fakat Side hariç birkaç buluntunun dışında burada yaşadığına dair bir buluntuya rastlanmıştır. Yunan efsanelerinde ise Truva savaşından sonra bazı Aka kafilelerinin Kalkhas yönetiminde Pamfilya ' ya ulaşmış oldukları yazılmıştır. Antalya sınırları içerisinde yerleşen Lidyalıların kökeni kesin olarak bilinmemektedir. Hitit ve Mısır kaynaklarında M.Ö. 2000 Lükki ya da Lükka adlı bir kavimin Lidyalılar olması olasıdır. Bu kavimden kesin olarak ilk kez Lidya Kralı Kroissos döneminden söz edilmiştir. Antalya bölgesi ilk zamanlar Lidya krallığına bağlıydı. Kral Kroissos' un Pers Kralı Kyros' a yenilmesi ile M.Ö. 546 bu bölgeye İskender'e kadar Persler hâkim olmuştur. M.Ö. 334 'te Makedonya Kralı İskender, Lidya üzerinden Pamfilya'ya yürümüş, Silyon dışında buradaki kentleri ele geçirmiştir. Psidya'daki Termesos kenti İskender 'e teslim olmayarak karşı koymuştur. Apemeiya barışından M.Ö. 188 sonra Romalılar bu bölgeyi Bergama Krallığı’na bırakmıştır. Bergama Kralı II. Aktalos M.Ö. 159 -138 bir liman kenti olarak Antalya 'yı kurmuştur. M.Ö. 102 'de Anadolu'da Klikya adlı bir eyalet kurulunca buraya bağlanmış M.Ö.36 yılında Anteunus Pamfilya'yı Galatya Kralı Amyntas' a vermiştir. İmparator Kladius M.S. 43 yılında Pamfilya ve Likya' yı eyalet haline getirmiştir. Antalya bölgesi M.S. 2.yy.dan 3. yy. ortalarına kadar en görkemli dönemlerini yaşamıştır.
Antalya bölgesi Anadolu Selçukları'nca Süleyman Şah döneminde alınmış, ancak 1117 yılında yapılan antlaşma ile Antalya, Bizanslılara bırakılmıştır.
Antalya ' ya ikinci yerleşme I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında olmuş 1206 ve Ertokuş Bey Subaşılığı’na getirilmiştir. Bu hükümdar zamanında (1204- 1215 ) Trabzon - İznik Rum İmp. ile Antalya'nın yerleşik halkı Selçuklular' a kapattırmışlardır. I. Gıyaseddin öldürülünce, Hrıstiyanlar Kıbrıs’la birleşerek Antalya 'yı geri almışlardır. Fakat üç gün sonra I.İzzettin Keyhüsrev tarafından ele geçirilerek Selçuklulara bağlanmıştır.
1336 yılından sonra Moğolların çekilmesiyle Anadolu' da beylikler dönemi başlamıştır. Antalya ise Hamitoğulları Beyliği’nin bir kolu olan Tekelioğulları'nın tekeline geçmiştir. Yıldırım Beyazıt döneminde de Antalya Osmanlı hâkimiyetine girmiş ve 1391'de Firuz Bey'e verilmiştir. Antalya artık Teke Sancağı adıyla anılmaya başlamıştır.
Türkiye’nin turizmde dünyaya açılan kapısı önemindeki günümüz Antalya’sında MÖ. 2.yüzyıl Attaleia’sının ve adı tam bilinemeyen ondan da önceki bir ilk yerleşim üzerine oturan bir Kaleiçi vardır. Yakın zamana dek üç yanını kuşatan Helenistik-Roma kökenli surların kente geçit vermek için aralandığı kuzeydoğu uçta, imparatorun M.S. 1300’de kente gelişleri onuruna yapılan üç kemerli bir Hadrian kapısıyla girilir.
Antalya’da Görülmesi Gereken Tarihi ve Turistik Beldeler
ASPENDOS:
Tarihi M.Ö 5.yy'a kadar uzanır. M.S 2.yy'da kurulan tiyatro, periyodik olarak Selçuklular tarafından tamir edilmiş ve bir kervansaray olarak kullanılmıştır. Günümüze kadar korunmayı başarabilen nadir tiyatrolardan birisidir. Koltuklar arası 0.50 metrelik mesafe ile 7000 kişilik izleyici ve ekstra 500 kişilik orkestra kapasitesi vardır. Aspendos günümüzde birçok konser, festival ve yağlı güreş müsabakaları için faal bir şekilde kullanılmaktadır.
TERMESSOS:
Termessos Antalya bölgesindeki belki de en ilginç antik şehirdir. Toros Dağları’nda 1050 metre yüksekliğe kurulmuştur. Termessos'ta, nadir bulunan bitki ve hayvan cinslerine ait zengin bir koleksiyon vardır ve bunlar şu anda Termessos Milli Parkı’nda koruma altındadır. Bölge halkı Solym'ler olarak bilinirdi ve diğer şehirdekiler gibi onlar denizden gelmemişlerdi, hepsi Anadolu'dandı.
Tarihlerindeki en önemli olay M.Ö 333 yılında Büyük İskender'in bir kartal yuvasına benzettiği bu şehri kuşatması ve fethedememesidir. Termessos daha sonra büyük bir düşüş yaşamış ve M.S 5.yy'da terk edilmiştir.
PHASELIS: Rodoslular tarafından M.Ö. 693 yılında bir liman kenti olarak kurulduğu bilinen Phaselis'in üç limanı bulunuyor. Girişte karşınıza çıkan antik liman, kuzey liman diye adlandırılıyor. Hemen yanı başında ve sağda küçük orta liman ve liman caddesinin bitiminde de güney liman yer alıyor. Kent tümüyle çam ağaçlarıyla kaplı. Bu nedenle yazın sıcak günlerinde bile rahatlıkla dolaşabilirsiniz.
Şehri denizden saran ve korsan saldırılarına karşı korunmak amacıyla yapılmış surlar, hemen girişte karşınıza çıkacak su kemerleri, orta ve güney limanı birbirine bağlayan liman caddesi, caddenin güney liman girişinde Hadrian kapısı ve caddenin deniz tarafında küçük bir tepeye sırtını dayamış tiyatro, tepede akropol ve güney limanın yanında agora görülmeye değer yerler arasındadır.
MYRA (DEMRE): Myra, diğer altı Likya şehirlerinin arasında en önemli şehirlerden birisiydi. M.Ö 5.yy'da kurulmuştur. İlk başlarda bir kıyı kenti olan Myra, Demre çayından gelen alüvyonlar ile birlikte dolmuştur. M.S 9.yy'da Araplar tarafından istila edilmiştir. Kaya mezarlıkları, tiyatro ve St.Nicholas Kilisesi ayakta kalmayı başarmış ve bu bölgeyi ziyaret edilmesi gereken değerli bir kasaba haline getirmiştir.
ST.NICHOLAS:
St. Nicholas, M.S 245 yılında Fethiye yakınlarında Patara'da doğmuş ve hayatını Anadolu'da geçirdikten sonra M.S 363 yılında ölmüştür. Zengin bir ailenin çocuğu ve iyi eğitim almış birisi olarak, kendini insanlığa adamıştır. Kendisi, çocukların ve denizcilerin koruyucusu olarak tanınmış ve bu efsane günümüze kadar kuvvetli bir şekilde gelmiştir.
Öldükten sonra Demre'ye gömülmüş ve anısına bir kilise inşa edilmiştir. 108 yılında İtalyan korsanlar kemiklerinin bir kısmını çalıp Bari'ye götürmüşlerdir. Acele ederken de bazı kemik parçalarını orada bırakmışlar ve şu anda bu kemikler Antalya Müzesinde sergilenmektedir. Birçok ülkede St.Nicholas'ın ölümü çocuklara hediye verilerek anılır ve bu anma töreni de zamanla yeni yılda anlam kazanmıştır.
KAYA MEZARLARI:
Myra bölgesi, Türkiye genelindeki en etkileyici ve iyi korunmuş olan Likya kalıntılarına sahiptir. Bunlar arasında mükemmel bir koleksiyon olan Kaya mezarları ve II.yy’ dan kalma tiyatro mevcuttur.
Mezarların çoğunda kayaların içine oyulmuş olan ahşap malzemeler bulunmaktadır ki bu da o dönemlerdeki evcil mimariyi yansıtmaktadır. Bazı kolay ulaşılabilir mezarlarda, Likya dilinde kazılmış yazılar mevcuttur. Yukarılarda bulunan mezarlar restorasyon görmemekle beraber bu mimarinin ölüm teması ile birlikte olan karmaşıklığı oldukça etkileyicidir.
KEKOVA BATIK ŞEHİR: Likyalılar ve Helenistik Yunanlar arasındaki ticaret arttıkça, korsanlık ve birçok limanın güçlendirilmesi de doğru oranda arttı. Kekova'da bu limanlardan biriydi. Tekne ile gezerken batık şehirdeki duvarları ve bina kalıntılarını göreceksiniz. Birkaç kere yüzmek ve şnorkel yapmak için mola vereceksiniz, fakat denizkestanelerine dikkat. Zaten batık binaların yakınlarında dalmak yasak, herhangi bir eski görünümlü taş parçası veya tarihi görünümlü bir eserin alınması da. Şnorkel ve maskenizi götürmezseniz pişman olursunuz, kaptanınız muhakkak nerede dalabileceğinizi gösterecektir.
OLIMPOS: Olympos, bir Indiana Jones mekânının güzel bir plaj ve mükemmel bir manzara ile birleşimi gibidir. Milli bir parkın ortasında bulunan Olympos, beldeyi çevreleyen dağlardan gelen esinti akımlarıyla kaplıdır. Geniş kapsamlı bir arkeolojik kazı yapılmayan bölge, seyrek bir ormanla kaplıdır.
Bu orman sayesinde atmosfer, keşfedilmemişlik ve gizlilik ile doludur. Olimpos'un konumu itibarı ile tarihi kalıntıları gezerken, güneşlenmek ve yüzebilmek çok keyiflidir. Şehir, Güç Tanrısı Hephaestus'a adanmıştır ve onun varlığının da dağın öbür tarafında bulunan Chimera’nın (Yanartaş) sonsuza kadar yanacak olan alevlerine güç kattığına inanılır.
Olympos, Türkiye'nin güney sahilini kaplayan, Antalya şehrine bağlı Olympos-Bey Dağları Milli Parkı’nın bir bölümünü oluşturmaktadır. Bey Dağları, Toros sıradağlarının batı kanadında bulunur. Karlı tepelerinden aşağıya inildikçe yemyeşil çam ve sedir ağaçları arasından Akdeniz'in turkuaz rengi görülür.
Olympos, bir ören yeri olduğundan büyük bir turistik merkez olması yasalarla engellenmiştir. Böylelikle bölgenin doğal yapısı korunmuş ve Olympos tüm ziyaretçilerin hoşça vakit geçirdikleri benzersiz bir doğal cennet haline gelmiştir. Antik şehir en son olarak doğa tarafından fethedilmiştir. Şehri gezmek için ormanın içerisinden, vahşi hayatı görerek, çam ve defne ağaçlarının kokusunu duyarak maceralı bir yolculuk yapmanız gerekir. Muhteşem sahil şeridi sadece güneşlenme tutkunlarına ev sahipliği yapmaz. Yaz aylarında büyük deniz kaplumbağaları geceleri yumurtalarını bırakmak için Olympos-Çıralı sahiline gelirler. Bu olaya tanıklık etmek ise öyle herkesin yaşayacağı bir deneyim değildir. Olimpos’a yolunuz düşerse, kaplumbağaları izlemeyi unutmayın.
Olimpos’un Tarihçesi "Olympos" kelimesinin eski Yunancada "ulu dağ" anlamına geldiğine inanılmaktadır. Dünya üzerinde yirmiden fazla dağ ve tepe bu adı taşımaktadır ve bazılarının yakınlarındaki kasaba ve şehirler de bu adı almıştır. Bu tepelerin en ünlüsü, Yunanistan'ın kuzey doğusunda bulunan, eski Yunan tanrılarının evi sayılan, Thessalian Tepesi’dir. Olympos Antik Şehri adını, eskiden Olympos Dağı olarak bilinen Tahtalı Dağı’ndan alır. Tahtalı Dağı şehrin 10 km. kuzeyinde bulunmaktadır ve eteklerinde bugün Yanartaş adıyla bilinen, hiç sönmeyen ateşi barındırır.
Olympos, antik Likya medeniyetinin en önemli şehirlerinden biri olmuştur. Şehrin temelleri eski Helenistik dönemde, MÖ. 300 civarında inşa edilmiştir. Büyük İskender'in fetihlerine ilk başladığı yıllarda kış aylarını, Olympos'a komşu bir liman şehri olan Phaselis'te geçirdiği bilinmektedir.
Olympos'un tarihi kayıtlarda izine ilk defa MÖ. 78 yılında, Sicilya'daki Roma Valisi Servilius Vatia'nın zamanın en büyük korsanı Zenicetes'i deniz savaşında yendiği sene rastlanır. Gemilerini Porto Ceneviz ve Sazak'ın gizli limanlarında saklayarak civardaki tüm kıyı şeridini hâkimiyeti altına alan Zenicetes, Olympos'u da kendisine kale yapmıştır. Şehir yeniden Roma hâkimiyetine geçtikten sonra "ager publicus" (satışa çıkarılmış veya kiralık olarak verilecek Roma mülkü) olarak ilan edilmiştir.
Korsanların, Pers tanrısı Mitras için garip kurban törenleri ve gizli ayinler düzenledikleri söylenmektedir. Mitras, o yıllarda doğu ülkelerinin birçoğunda yaygın olarak inanılan Pers mitolojisinde saf ruh ve ışık tanrısıdır.
MS. 43 senesinde Likya, Roma İmparatorluğuna katılmıştır. Olympos şehrinin koruyucusu, Yunan Tanrısı Hephaistos için festivaller düzenlenmiştir. İmparator Hadrianus'un MS. 130 senesinde şehri ziyaret ettiği de kayıtlarda yer almaktadır.
Olympos, Roma İmparatorluğu Hristiyanlaşma süreci içerisindeyken bir piskoposa ev sahipliği yapmıştır. 3. yüzyıldan itibaren korsanların sürekli olarak şehre saldırmaları sonucu şehrin nüfusu yavaş yavaş azalmış ve şehir eski önemini kaybetmiştir.
11. ve 12. yüzyıllarda şehir Cenevizliler, Venedikliler ve Rodos Şövalyeleri tarafından yeniden inşa edilmiş ve haçlı seferleri sırasında ticaret limanı olarak kullanılmıştır. Olympos şehri, Osmanlı Donanmasının 15. yüzyılda doğu Akdeniz’i hâkimiyeti altına aldığı sıralarda terk edilmiştir.
YANARTAŞ-ÇIRALI Yanartaş/Chimera yanan kayalara tırmanırken efsanelere çıkacağınız bir dağ. Yeraltından sızan gazın tutuşturduğu Yanartaş, Çıralı’daki birçok efsanenin beşiği alev kusan Khimaira’nın Lykia’ya dehşet salması üzerine, Bellerophon kanatlı atı Pegasus’a atladığı gibi canavarı cezalandırmaya koşmuş, onu öldürüşünün anısına da tanrıçası Athena için bir sunak dikmiş, ama alevleri söndürememiş. İşte 4000 yıldır yanan taşların hikâyesi böyle. Olympos Likya’nın bir zamanlar önemli liman kentlerinden biri olan Olympos defne ağaçlarının sarıp sarmaladığı hüzünlü bir kent şimdi.
Akdeniz'in en doğal, el değmemiş bakir kumsallarından birisi ÇIRALI'DA. Önünüzde denizin olabilecek en güzel mavisi, arkanızda eşsiz bir tropik ormanı andıran Tahtalı Dağı. Kumsalın sonu Olympos antik Likya kalıntıları. Derenin denizle birleştiği yerde sarmaşıklarla kapanmış ormanın içine gizli, derenin iki yanına dağılmış keşfedilecek bir giz. Yürüyerek yaklaşık 5 dk’ da ulaşabiliyorsunuz.
Sönmez ateş Chimaera Çıralı'nın üst tarafında "önü aslan, arkası yılan, ortası keçi". Chimaera, bu dağda kanatlı at Pegasus sırtında dövüşen yiğit Bellerophontes 'in yenilgisine uğrar. Yanardağ kraterine benzeyen ağzından alevler saçarak silinip gitmiş yeryüzünden ama alevleri kalmış kayaların üzerinde. Şimdi yaz kış hiç sönmeden yanıyor.